İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÜZERİNE; DERİN UYKU “Derin Uyku” adlı bu yazımız TÜBİTAK-Bilim ve Teknik Dergisi (Sayı: 442 (Eylül-2004), Sayfa: 110) nde yayınlanmıştır. DERİN UYKU Bir düşünün! Sadece düşünün... O sabah uyandınız, giyindiniz ve işinize gitmek için arabanızla yola çıktınız. Hava oldukça güneşli ve içinizden “ne kadar güzel bir gün” diye geçirdiniz. Yavaş yavaş işyerinize yaklaşırken havada bir gariplik sezdiniz. Hava yavaş yavaş karabulutlarla kaplanmaya başladı. O da ne! Neler oluyor? Yaklaşık 8x8x8cm ebatlarında küp şeklini almış buz parçaları gökyüzünden yere doğru düşüyor, düşerken de binaların camlarına, sokak panolarına, arabaların metal iskeletlerine, elektrik ve telefon tellerine zarar veriyor onların kopmasına neden oluyor ve elektrik telleri oradan oraya savruluyor. En önemlisi ise bu buz parçaları sokakta yürüyen insanların üzerine düşüp çok ağır yaralanmalara hatta ölümlere neden oluyor. O esnada ömrünüzde görmediğiniz trafik karmaşasını görüyorsunuz. Araçlar yollarda birbirine girmiş ve birçok yaralı insan bağırışlar içerisinde. “Aman Allahım tam bir kaos yaşanmakta” diye aklınızdan geçiriyorsunuz. Havanın durumu zaman geçtikçe daha da kötüleşiyor. Yağmurla karışık buz yağışı devam ediyor. Arabanızda sağlığınız iyi. Ama şimdilik… Sağ tarafınıza doğru bir göz atıyorsunuz. O da ne? Metronun yeraltı giriş tüneli ağzına kadar su dolu! Bardaktan değil de sürahiden boşalırcasına yağan yağmur ve yer altı metro trenlerinde kalan binlerce insan. Vücudunuz bu düşünceden irkiliyor ve sarsılıyorsunuz, tüyleriniz adeta diken diken olmuş. Birkaç dakika sonra arabamdan çıkayım mı çıkmayayım mı düşüncesi beyninizi ön tarafından kemirmeye başlıyor… Yoksa alnınızda bir karıncalanma mı başladı? Düşünüyoruz. Arabanızın radyosunu açıyorsunuz, keşke açmasaydım diyorsunuz 5 dakika sonra. Çünkü dünyanın kuzey yarıküresinde benzer durumlar söz konusu. Bir dakika bir dakika az önce önünüzden 2 zürafa, 3 fil ve 3 ayı mı geçti. Hemen içinizden pencerelerinizin kilidini kontrol etmek geliyor içgüdüsel bir hareketle. Yoksa hayvanat bahçesinin hayvanları mı kaçmış? Olamaz, evet. Yağan buz parçaları aracınıza o kadar çok zarar vermiş ki adeta küçük bir konserve kutusundasınız. Nihayet her şeyi göze alıp dışarı çıkacaksınız ama kapıyı açamıyorsunuz çünkü su kapının metal+cam sınırına kadar yükselmiş aceleyle pencerenizi açıp çıkıyorsunuz. Şimdi evinize mi işyerinize mi gideceksiniz? İş yeriniz daha yakın oraya gidin. Ve yürümeye pardon hem yürümeye hem de yüzmeye başlıyorsunuz. Şükür ki buz yağışı durdu ama ömrünüzde kabuslarınız da bile görmediğiniz yağmur yağıyor. İş yerinizde bir grup arkadaşınızın yüzünde de aynı korku ifadesi. Neler oluyor? Haberlerden uçan uçak ve helikopterlerin yakıtlarının birden donduğunu (yaklaşık –66 °C’ de) ve oyuncak gibi dağlara, okyanuslara çarptığını duyuyorsunuz. Fazla uzatmadan ilerleyen günlerden bahsedeceğim. Yaşlı ve cefakar dünyamızın iklim dengesi bozuluyor, buz dağlarımız erimeye başlıyor, kıyı şehirlerimiz sualtı şehri olma tehlikesiyle karşı karşıya,aylar süren yağmurun ardından kar yağışı başlıyor ve devamında buzlanma baş gösteriyor. Bunların doğal sonucu olarak da yiyecek ve yakacak sorunu ortaya çıkıyor. Doğada ki hayvanlar yiyecek için şehirlere iniyor ve insanlara saldırılar başlıyor. İnsanoğlu ise ÇARESİZ… Evet bugünler umarım bize uzak olur demek istiyorum ama maalesef ... Önceki aylarda yine bu sayfalarda “Doğa bize karşılık vermeyecek mi?” diye sormuştum ( Eylül,2002,Bilim ve Teknik). Galiba yavaş yavaş veriyor. Temmuz ayının başından beri Asya’da şiddetli yağışlar devam ediyor. Ölü sayısı her geçen gün artıyor. Çin’ de insanların selden kaybolduğu ve 129 evin yıkıldığı resmi ajanslardan tüm dünyaya duyuruluyor. Temmuz ayında mı? EVET. Nepal’ de sel 80 kişiyi öldürüyor. Temmuz ayında mı? EVET. Yeni Zelanda’da 1500 kişi sel nedeniyle tahliye ediliyor. Temmuz ayında mı? EVET. Aynı tarihli gazetelerde büyük puntolu bir başlık “Doğanın İntikamı”, alt yazı ise şöyle: “Almanya’dan Yeni Zelanda’ya dünyanın dört bir yanı sellere teslim oldu. Özellikle Güneydoğu Asya’da can kaybı hızla artıyor. İsviçre, Belçika, Almanya ve Hollanda’da yaz ortasında tam bir kış mevsimi hüküm sürüyor. Güney Kore, Nepal,Japonya, Bangladeş, Çin sele teslim deniyor. Ve bu ülkelerin tarım alanlarının su altında harap olduğu, temiz içme suyu sıkıntısının baş gösterdiği ve kirli su nedeniyle ishal, dizanteri ve tifo gibi hastalıkların yayıldığından söz ediliyor. Bu yazıyı hazırladığım sırada Bangladeş’te 20 milyon kişinin evsiz kaldığı, Güney Asya’da ki ölü sayısının toplam 944’e yükseldiği bildirilmişti ( NTV, 27.07.2004). Temmuz ayında mı? Maalesef EVET.
Doğa çıldırmış olmalı dediğinizi duyar gibiyim. Ancak herhangi bir etki olmadan tepki olmayacağı fizik kuralıdır. Yıllardır plastiklerimizi, ağır element içeren çöplerimizi doğaya atıyoruz, geri dönüşümlü malzeme kullanmıyoruz ya da aldığımız malzemelerin geri dönüşümlü olup olmadığına bakmıyoruz ya da üretici firmaları bir kalem kâğıt alıp da iki satırla geri dönüşümlü maddeler kullanarak malzeme üretmelerini rica etmiyoruz. Evet, güzel şeyleri kullanıyoruz, ama takdir etmeyi ya da teşekkür etmeyi bilmiyoruz. Yıllardır binlerce canlı bulunan ve besin kaynağımız olan denizlerimizin altında ve üstünde yapılan atom ve hidrojen bombaları testlerine göz yumuyoruz, ormanlarımızı, ağaçlarımızı insafsızca kesiyoruz hatta dünyamızın akciğeri olan yağmur ormanlarına el attık son yıllarda. Şimdi soruyorum size akciğeriniz hastalansa ne olur? Yıllardır fabrikalarımız ve sanayiimiz çok ilerledi hatta uzay teknolojisi adını taktığımız teknoloji harikaları veriyoruz insanoğluna. Ama ya bunlar üretilirken oluşan atıkları ne yaptık? Ben söyleyeyim; derelere, çaylara, akarsularımıza boşalttık ne de olsa akıp gidiyor ; gidiyor ama nereye gidiyor. Hatta bu atıkları toprağın yüzlerce metre altına gömdük üstüne de kalın betonlar döktük... sonra gün geldi yer altı suyumuzda uranyum türevi maddeler çıktı, sonra gün geldi kutuplardaki fokların vücudunda DDT denen ağır ve yasaklanmış tarım ilaçları çıktı. Sonra gün geldi denizlerimizdeki balıkların vücudunda cıva çıktı. Allah Allah deyip şaşırdık sadece. Ardından 12-15 cm boyundaki balıklarımız 7-9 cm ye düştü. Ve insanlarımızın arasında şöyle konuşmalar oldu “ Duydun mu A şehrinin içme suyunda şu bakteri çıkmış, artık içilmez raporu vermişler”. Maalesef son zamanlarda bu sözler revaçta. Tüm bunlar nerede oluyor biliyor musunuz? Avrupa’nın en fazla bitki-hayvan çeşitliliğine sahip, kendine has yüzlerce endemik (dünyanın başka yerinde olmayan sadece o yörede olan canlı topluluğu) türünün bulunduğu, dünyanın en kaliteli içme suyunun çıktığı, yaylalarında çam kokusunun ciğerlerimizi bayram ettirdiği, yabancı bilim insanlarını bile doğa ve tarihi araştırma yapabilmek için cezbeden, dünyanın en güzel ve temiz denizlerine sahip olan (şimdilik!) ülkemizde. Yoksa fark etmeden uykumuzun sonuna mı yaklaşıyoruz? Acaba sona gelmeden uyanabilecek miyiz?
|
7892 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |